bizimköy..::Büyükgülücek Köyü::..


Rotamız Vicdan.!!! Coca cola ve Sigara içen Kardeş kanı içiyor…:(( Yeter artık içmeyin….!!!!

Rabbim hepimizin yardımcısı olsun vebal altındayız kul hakkı hangimiz verebiliriz !!!?
ne olur cola ve sigara içmeyin içene zarar veren çevreye zarar
vermez mi!!??
Bundan sonra sigara ve cola içeni kardeş kanı içen gözle bakacağım sizlerde aynı şekilde bakın

Modern zamanların ruhen hasta ettiği insanların karşısına çıkardığı en önemli kandırmacalardan biridir aşk tüketimi. Popüler kültür, birçok şey gibi, aşk, sevgi, vb. kavramları da kendi menfaati doğrultusunda dönüştürmüştür günümüzde. Bu anlayışa göre insanların aşık olma zorunluluğu vardır hayatta. Bir an önce karşı cinsten birine aşık olmamak en büyük eksikliktir, hatta ayıptır.

 

Bunun sonucudur ki bugün artık ilkokula giden çocuklar bile kendilerine sevgililer edinmeye başladılar. Modernite, aşk tüketimi ile, evliliği sadece maddi olarak değil aynı zamanda duygusal olarak da zorlaştırmıştır günümüzde. Evlilik yolunda zaten israf ve görenek belası sonucu maddi şartları sağlayana kadar neredeyse hayatını yarılayan insanların karşısına bu sefer duygusal engelleri çıkartır. Öyle ya…İlla ki aşık olarak evlenmelidir insan.(!) Aşk tüketiminin bu anlayışı, evlenmeyi düşünen ve akıldan çok hisleriyle hareket eden gençlerin duygularını da malesef çok yanlış kullanmalarına sebep oluyor. Maddi şeylerdeki israf gibi duygular da çok kolay israf ediliyor bu yolda.

Kanaate riayet etmeyen insanlar, kendilerine bahşedilen sevgi, saygı gibi duygulara da kanaat etmiyorlar. Dünyevi şeylerde hırs gösteren insanlar aşkta da hırs gösterip hasarete düşüyorlar. Yazılı ve görsel basın dizilerle, filmlerle, makalelerle, şarkılarla insanların kafasında öyle bir aşk anlayışı üretiyor ki, sanki insanın evleneceği kişi, karşısındakini vazgeçilmez olarak görmeli, o olmadan yaşayamamalı, onsuz hayatı düşünememeli, onsuz kendisini bir hiç gibi hissetmeli, herşeyini onda bulmalı, her an onu düşünmeli, vs vs. Oysa kimse birbiri için vazgeçilmez olmamalı. Kimse birbirinin herşeyi de olmamalı. Olamaz da zaten…Bu dünyaya çok önemli ve büyük vazifeler için gönderilen insanın hayattaki herşeyini fani bir kişiye bağlaması kadar anormal birşey olabilir mi?

 

Günümüzün hazıra alışkın nesli tevekkül, teslim, güven gibi duygularla belli bir zaman sürecinde çaba sarfederek, hak ederek, helal dairede karşılıklı olarak elde edilmesi gereken olgun sevgi yerine aşkı da hiç çaba sarf etmeden hem de haram helal dinlemeden bir anda elde etmek istiyor. Basamakları teker teker çıkmak yerine bir anda tepeye ulaşmaya çalışıyor. Görür görmez vurulacağı, yüksek voltajlarda elektrik(!) alacağı, masallardaki beyaz atlı prensini veya uyuyan prensesini bekliyor hazıra müptela gençlik. Ve bu uğurda hem de haram dairede deneme- yanılma yoluyla duygularını da bonkörce israf etmekten kaçınmıyor. Ama beklentiler çok yüksek olunca hiçbir şekilde tatmin de olunamıyor. Zaten mükemmel ve sonsuz olanı sevmek isteyen bir kalb, fani ve kusurlu sevgilerle nasıl tatmin olabilir ki? Karşısındakini mükemmel ve kusursuz olarak görüp ona göre ütopik hayaller kuran, gözünde aşırı derecede büyüten, ona göre aşırı değer veren bir kişi, sevdiğine kavuşup gözündeki hayal perdesi inince, karşısındakinin kusurlu yönlerini de görünce, ütopik beklentilerinin gerçekleşmediğini, heyecanının söndüğünü ve hiç de öyle beklediği gibi mutlu olmadığını, aslında o büyük duygulara da değmeyeceğini anlıyor. Geriye elinde gerçekleşmemiş hayaller, mutsuz aşklar ve bir yığın günah kalıyor. Aradığını başka bir fanide bulabilme hayaliyle yeni aşkların peşine düşüyor. Ama nafile…

 

İnsan mantık olarak kendisine uygun gördüğü, hayattaki önceliklerinin ortak olduğu, fikir ve ideal birliği kurabildiği birisini zamanla duygusal olarak da sevebilir ve benimseyebilir. Mantıkla birlikte duygular da gerekli elbette. Muhendislik hesabi yapar gibi yalnizca mantikla da hareket edilemez. Ama duygularını mantıkla yönetebilmeli insan. Yoksa sadece duygularla başlayan evliliklerde mantık gerektiğince işletilmemişse sonuçta hüsrana düşülüyor ve bu evlilikler çoğunlukla mahkeme koridorlarında sonlanıyor. Nitekim günümüzün duygularıyla hareket edip, aşık olarak evlenen, ya da öyle olduğunu zanneden neslinin geçmişe nazaran boşanma oranlarında rekorlar kırması, bu düşünceyi teyit ediyor kanaatindeyim. Oysa eskinin birbirlerini bile görmeden evlenen insanları öyle kolay kolay boşanmıyorlardı. Çünkü onlar hayalperest aşk maceraları peşinde koşmuyorlardı. Çünkü onlar günümüz bir kisim gençliğinin yaptığı gibi deneme-yanılma yoluyla harcadıkları duygularının sadece arta kalan kırıntılarını birbirleriyle paylaşmak zorunda kalmıyorlardı. Karşı cinse duydukları bütün duygularını sadece eşleri için harcıyorlar ve eşlerini uzun bir yolculukta birbirlerine yardımcı olacak fedakar arkadaşlar olarak görüp, Allah rızası için severek mutlu oluyorlardı. Eşlerini hatalarıyla sevaplarıyla kabul edip, ütopik beklentiler içine girmedikleri için hayal kırıklığına da uğramıyorlardı.

 

Günümüzün aşk yorgunu insanları gibi ille aşık olmalıyım, ille elektrik almalıyım, neden arkadaşım çok elektrik almış da ben alamıyorum gibi saçma kıyas ve rakabetlerle kendilerini yiyip bitirmiyorlardı. Ama günümüzün başkalarında haset uyandırdığı oranda mutlu olacağını zanneden insanları malesef aşkta da yarış halindedirler. Başkalarının mutluluğunu bile kıskanırlar.

Aşk tüketiminin gereğince mutlu olmasalar bile çok mutlu bir aşık rollerini takınırlar bir süre. Böylece dünya, sahte mutluluklar sahnesi haline döner. Mümin için cennetten bir köşe haline gelmesi gereken aile hayatı da bugün malesef aşk tüketiminin tehdidi altındadır. Dini konularda hassas davranmaya çalışan insanlar da aşk tüketiminden ister istemez bir şekilde etkileniyorlar. Bu kesimde de artık evlilikler zorlaşırken boşanmalar kolaylaşıyor. Aşk tüketimi, bir taraftan evliliği mümkün mertebe engellemeye çalışırken, diğer taraftan var olan evlilikleri de tatminsizlik ve örnek gösterdiği sahte mutluluklara özenti ile yıkmaya çalışıyor. Bugün, aile henüz elden gitmemişken aşk tüketiminin karşısına aşk iktisadı ve aşk kanaatiyle çıkmak mutlak bir gereklilik olsa gerek. Yani bu dünyanın ahiretin tarlası ve imtihan meydanı olduğunu unutmayarak, evlilik hayatında da mutlak lezzet ve rahatın olmayacağını bilerek, aşkın başlangıç için bir sebep değil emek sarfedilerek elde edilen bir sonuç olduğunu akıldan çıkarmayarak, aşk tüketiminin esiri olmayarak, hayat gemisinin sahibine tevekkül etmek ve yükünü gemiye bırakıp zahmetinden kurtulmak gerek. Aksi halde tükenen sadece aşk değil aynı zamanda insanlık olacak… 
                             ….Hasan Yükselten…. www.gulucek.net

Tunceli bakımsız milletvekili Kamer Genç, TBMM’ye alınan “Dua çiçekleri”nin kaldırılması için kampanya başlattı. Genç, bir basın toplantısı düzenleyerek alınan irticai çiçeklerin tam listesini açıkladı.

Akşam saatlerinde Meclis’te düzenlediği basın toplantısında AK Parti hükümetini ve TBMM Başkanı Köksal Toptan’ı toptan eleştirip topa tutan Genç, Meclis gibi “en baba kamusal alan”ın kalitesiz “irticai çiçekler”le doldurulduğunu, böylece laikliğin içinin boşaltıldığını öne sürdü.

“Basın mensuplarının çok yakından bildiği üzere kendisinin iyi bir çiçek uzmanı olduğunu ve çiçeklere karşı aşırı bir zaaf beslediğini” belirten Kamer Genç, kamusal alanın “laik bir kutsallığı”nın bulunduğunu, bu sebeple adında dini motifler taşıyan çiçeklerin Meclis’e sokulmaması, bu çiçekleri getiren ziyaretçilerinse geri çevrilmesi gerektiğini söyledi.

İşte irticai çiçeklerin tam listesi

Dua çiçeği, geceleri yaprağını yukarı doğru çevirerek dua eder vaziyetini alır.

Genç, 1 Ocak’tan itibaren satın alınan ve grup odaları, kulis salonları ile milletvekilleri odalarına dağıtılan ve bazıları da bahçeye dikilen çiçeklerin isimlerini sözlerine delil olarak gösterdi. Alınan çiçekler arasında Dua çiçeği, Kandil çiçeği, Fatmaana gülü, Buhurumeryem, Meryamana eli, Meryemana kandili, Hüsnüyusuf, Toprakkabuletmez ve Manisa lalesi bulunduğunu belirten Genç “işte irticanın odalarımıza kadar girdiğinin resmi. Bunlar her tarafa adamlarını yerleştirip kadrolaştıkları yetmiyormuş gibi, şimdi de irticai çiçeklerini yerleştirip laik çiçeklerin kökünü kurutuyorlar. Hani benim Atatürk çiçeğim, Kasımpatım, Altın kadehim, Ananasım, Çarkıfeleğim, Gavur gülüm, Keşişbaşım, Çan çiçeğim, Latin çiçeğim, Haşhaş çiçeğim, Zerrinkadehim, Aşk merdivenim? Nerde seküler, laik, Kemalist, çağdaş çiçeklerim?” diye konuştu.

Bir gazetecinin “irticai çiçekler listenizdeki son iki isim olan Toprakkabuletmez ve Manisa lalesi’nin irticayla alakasını pek anlayamadık” demesi üzerine Genç şu açıklamayı yaptı:

“Malum bu şeriatçılar, öldükten sonra Cennete yalnız kendilerinin gideceğini, onlar güzel hurilerle hayatlarını yaşarlarken bizim gibi laiklerinse Cehennemde zebanilerle baş başa kalacağını her fırsatta dile getiriyorlar. Yani onlara göre bizi, tabii en başta da beni toprak bile kabul etmeyecek. Bu yüzden bizlere inat Toprakkabuletmez’i Meclise soktular. Manisa Lalesi ise eski TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın memleketinden geldiği için sırf bana gıcıklık olsun, çiçeği gördükçe hep onu ve irticai uygulamalarını hatırlayayım diye yerleştirdiler.”

Tunceli “hırçın” milletvekili, başka bir gazetecinin “peki bu basın toplantısını niçin akşam düzenlediniz?” sorusunu ise şöyle cevapladı;

“Merak etmeyin. Kamer abiniz hiçbir şeyi tesadüfe, ihtimallere bırakmaz. Her adımı hesaplıdır. Zaten bilim ve Kosmos tesadüf kabul etmez.

Şimdi sizlere canlı canlı irticanın geldiği en son noktayı göstereceğim. Arkadaşlar deminden beri masamda duran bu çiçeğin ismi Dua çiçeği. Odama yerleştirdikleri bu çiçeğin yaprakları akşam olup hava kararınca dua eden eller gibi yukarı yöneliyor. AKP’liler bu çiçeği benim ve CHP’li arkadaşların odalarına kasden koyarak ‘bakın çiçekler bile dua edip Allah’ı zikrediyor. Siz de şu laiklik inadınızdan vazgeçerek ellerinizi Rabbinize açıp dua edin, tövbe edin’ demeye getiriyorlar. Ama yok öyle üç kuruşa beş köfte. Hadi başka kapıya, zira yemezler.”

Kamer Genç, bu sözlerinin ardından görevli personelden salonun ışıklarını karartmasını istedi. Gerçekten de ışıkların kapanmasıyla beraber Dua çiçeğinin yapraklarının semaya doğru dua eder gibi açıldığı görüldü.

Genç, bu tabloyu da medyaya gururla gösterip, tezlerinin doğruluğunu kanıtladıktan sonra ayağa kalkarak İzmir Marşı’nın uyarladığı şu laik versiyonunu tek başına okudu;

İzmir’in dağlarında laik çiçekler açar
İzmir’in dağlarında laik çiçekler açar.
Bozulmuş mürteciler sel gibi kaçar
Kaçma molla kaçma pişman olursun
Çağdaş çiçek koklamazsan rezil olursun
Bilimin bahçesinde laik çiçekler biter
Çağdaşlığa inanmayan hep geri gider
Kaçma molla kaçma pişman olursun
Çağdaş çiçek koklamazsan rezil olursun

(Rıfat Yörük, http://www.habervaktim.com, )

17 Aralık 2009 / 1 Muharrem 1431

Yıl: 622
Bundan 1431 sene önce..
Rasulullah (asm) en sevdiği şehre, şehirlerin anasına,

Mekke’ye Allah (cc) için vedaediyor.
Allah Resul’ü ve ashabı Medine yollarında..
Çünkü Allah (cc) HİCRETİ emrediyor..

HİCRET; bir kaçış değil bir direnişti, bir çözümdü.
Zafer için aranan yöntemlerin içinde en tesirli ve en güzel yöntemdi HİCRET…

Her Müslüman yaşamalı hicreti…
Çünkü hicretin bir manası da;

Dünyaya âşık nefisten Allah’a müştak kalbe, batılın cerbezesinden hakka,
sefahetten günahsızlığa yolculuktur.

Hicret; Hakk’a yürümeye niyettir.
Hulasa: Hicret Allah’a hicrettir…


HİCRİ YILBAŞINIZ HAKK’A HİCRETİNİZE VESİLE OLSUN.. inş..inş..inş..

       "inşaALLAH derse yalvaran inşa eder yaradan"gulvuslat

Cumhuriyet döneminde özellikle 1925 ila 1935 yılları arasında Doğuda yaşanan silahlı çatışmalar, cumhuriyet adı altında yapılan bazı icraatların din karşıtlığı olarak algılanmasından kaynaklanmıştır. Çoğunun da arkasında şimdi PKK’da olduğu gibi dış parmaklar vardı. Kürt halkının bir isyanı haksızlığa ve kötü idareyedir. Ayrılıkçılık diye bir derdi yoktur.

Kürt halkı serazattır, hürriyete ve adalete düşkündür. İtaate zorlamasından hoşlanmaz ama kendi gönlüne bıraktığın zaman itaatin ve saygının en güzelini sergiler.

Dindardır ve dinine bağlıdır. Kendisi dinini tam yapamazsa bile, amirinin ve yöneticisinin dindar olmasını sever ve bekler.

Yıllar önce (1993-94) doğuya ve güney doğuya gönderilecek memurların “Zülcenaheyn” (Türkün kabul ettiği Kürdün beğendiği zatlar) olması gerektiğini yazmıştım. Bölgedeki huzursuzlukların giderilmesi için bölge illerine “seyyid valiler” tayin edilmesi teklifinde bulunmuştum. Ama o dönemde kimsenin bunu görecek, anlayacak hali yoktu. Çünkü PKK, gemi azıya almış, çoluk çocuk demeden katliamlar yapıyordu. Sadece genelkurmaydan olduğunu söyleyen –ki sanmıyorum hala- bir albay(!), beni “boyundan büyük işlere kalkışma” diye uyarmıştı…

PKK’nın ilk işlediği cinayetlerin hemen hiç birisi TC’ye ve Türk halkına yönelik değildi. Doğrudan Kürt halkına yönelikti. Yakılan okullar, yok edilen köprüler ve yollar halkı imkanlardan mahrum etmeler hep bölge halkına yönelikti…

Bu dinsiz kitapsız Marksist örgüt, başarılı olmak için Kürt halkını yanına almak zorunda olduğu için önce onun yüreğine korku ve nefret yerleştirmek istedi. O yüzden de ilk dönem eylemlerinin hepsi Kürt halkına yönelikti. Nitekim o öldürülen bebekler bölge halkının bebekleriydi…

Çünkü PKK bir Kürt örgütü değildi. Yeni bir Taşnak örgütüydü ve 1915 öncesi olaylarının intikamını alıyordu Kürt halkından. Bu örgütün büyümesinde Türkiye’nin ferasetsiz idarecilerinin de vebali var elbette. Çünkü eskiden, Kürt halkının, faşist ve ırkçı eğilimleri hemen teşhis edip onları bertaraf eden feyiz ocakları, medreseleri ve alim ulema yetiştiren merkezleri vardı.

Biz o kaynakların hepsini, katı bir laikçi anlayışa –laikliğe hiçbir itirazım yok- kurban ettik. Yerine yenisini koyamadık. Halkın, dinini diyanetini doğru öğrenecek kurumları yok ettik.

Bölgeye gönderdiğim memurlar ve amirler, orayı sürgün yeri bellediler. Sonunda kalpler kırıldı, sular bulandı ve yeni gelen gençlik, toplumu birbirine bağlayan rabıtalardan ve bağlardan habersiz büyüdü…

İşte PKK, böyle bir zeminde yeşerdi. Ve artık maalesef iş, bir tarafın çabaları ve fedakarlığı ile bertaraf edilecek boyuttan çok uzaklaştı. İki tarafın aklı başında insanlarının yüreği hançerlerin ucuna geldi.

ABD’nin Irak’ın yeraltı zenginliklerine, İsrail’in de “Kutsal Fırat Havzası”na göz dikmesi, PKK’yı baş edilmez hale getirdi.

Ama şimdi görüyorum ki PKK için yeni bir imkan olarak görülen bu durum bizim için de bir fırsat olacak. Çünkü PKK’nin yabancıların taşeronu olduğu ayan beyan ortaya çıktı.

Bu durum, Türkiye’nin lehinedir, eğer sürec doğru değerlendirirse.

PKK kendi içinde ikiye ayrıldı. Hatta üçe diyebiliriz. Temelde AB’cı ve ABD’ci iki PKK oluştu. ABD taraflısı PKK içinde Mossad tarafından yönlendirilen ve nispeten daha derinden giden bir gurup daha var; Barzani ile ilintili bir gurup. Bu ikisi, Amerikan mandacılğında görüyorlar kurtuluşlarını.

Yazar Mehmet Ali Bulut

Oriana Fallaci İtalya Floransada 1930 yılında doğdu. Anti-faşist olan ailesi tarafından yetiştirildi. Babası, Mussolini karşıtı mücadelede liderlik yapmıştı. Fallaci 14 yaşında Direniş’e katıldı. Küçüklüğünden beri yazmaya karşı bir istek duyuyordu. 9 yaşında kendi deyimi ile “saf kısa hikayeler” yazıyordu. 16 yaşında polis ve hastane konularını işleyen yazılar yazmaya başladı. Yazı yazma deneyimini şöyle ifade ediyordu:

İlk defa yazı makinasının karşısına geçtiğimde, damla damla ortaya çıkan ve beyaz kağıdın üstünde kalan kelimelere aşık oldum. Her damla, eğer sözle söylenmiş olsalardı uçup gideceklerdi. Fakat kağıt üzerindeki kelimeler, iyi de olsalar kötü de olsalar, sabitlenmişlerdi. Daha az şiirsel bir ifade ile «beni yazı yazmaya iten ölüm’e dair saplantımdır» diye belirtmişti.

Fallaci,  savaş muhabiri olarak, çağımızın önde gelen anlaşmazlıklarına değindi. Macaristan ayaklanmasını aktardığı için tutuklandı. 7 senesini Kuzey ve Güney Vietnamda geçirdi, sonunda Güney Vietnam’dan sınır dışı edildi.

Güney Amerika devletlerindeki ihtilaller hakkında yazdı: Brezilya Peru Arjantin Bolivia’dan başka, kendisinin hayatta kalan iki kişiden biri olduğu, Meksika’daki Tlateloclo katliamini gözler önüne serdi (1968 Olimpiyatlarına ayrilmiş olan yüklü bütçeyi eleştirmek için toplanan kalabalığın arasına karışmış, polis tarafından açılan ateşte, omuzundan, sırtından ve dizinden vurulmuştu). Lübnan’daki Sivil Savaşı ve Kuveyt savaşını işledi.

Ayetullah Humeyni ile röportaj yapan tek kişi oldu. Bu görüşme tam 6 saat sürdü. Görüşmenin ortasında kızgınlıkla carşafını çıkarıp Humeyni’nin suratina fırlatması hatırlanmaya değer bir olaydır.

Fallaci’nin mülakatları aynı zamanda alışıla gelmişin dışında detaylarla doludur. Mesela bir keresinde Yaser Arafat hakkında şunlarş yazmıştı: «kalın arap bıyığı, kısa boyu, küçük elleri ve kısa bacaklarıyla beraber, iri gövdesi, kocaman kalçaları bir de şişmiş göbeği ile oldukça garip duruyordu». Kafasını ve suratını da en ince ayrıntısına kadar tasvir etmişti: «Nerede ise hiç yanağı ve alnı yok, herşey kalın kırmızı dudaklar, saldırgan bir burun ve sizi hipnotize eden iki gözden ibaret».

10 senelik bir suskunluktan sonra 2001de yayınladığı, radikal islami eleştiren “Öfke ve gurur” isimli eseri İtalyada 1 milyon, Avrupa’da da 500.000 kopya sattı. 2004 senesinde “Aklın gücü”nü yazdı. İngilizce baskısı bu ay Rizzoli tarafından piyasaya sürülecek. Bu eser de İtalyada 1 milyon kopya sattı. Fallaci’ye göre Batı’nin çöküşünün başlangıcından radikal islam sorumludur. Bağımsızlık, insan hakları, din ve düşünce özgürlüğü gibi kavramlarla radikal islam aynı anda varolamazlar. Bunlardan bir tanesi yokolmaya mahkumdur. Fallaci’nin iddiasina gore Batı kaybedecektir.

Islami üçlemesinin son kitabı « Fallaci kendini ve kıyameti sorguluyor », 2004 de İtalyanca olarak basıldı. Henüz İngilizcesi yayınlanmadı.

2002 de bir mülakatta Fallaci’ye George W. Bush hakkındaki fikri soruldugunda “Çok yakında göreceğiz” diye cevap vermişti. “Benim kannatime göre Bush’ta bir güç ve sekiz senedir A.B.Dde unutulmuş olan bir saygınlık var.” Ama Fallaci’nin Bush’la hemfikir olmadıgı konular da var; mesela Bush’un İslam için “bir barış dinidir” demesi gibi. “Onun televizyonda böyle dediğini duydugumda ne yapıyorum biliyor musunuz? Odamda yalnız başıma olmama rağmen, ‘Sus! Sus Bush!’ diyorum, ama beni dinlemiyor.”

Kariyerinin başlarında röportajlari yüzünden başı sık sık belaya giriyordu. Şimdi ise, İslam dini hakkında yazdığı dolaysız ve korkusuz yazıları onun için tehlike yaratıyor: “Hayatım”, diyor Fallaci, “gerçekten tehlikede.”

Yasal yönden de başı belada Fallaci’nin. 2002 senesinde Fransada 2 kere hakim karşısına çıktı. Mayıs 2005 inde İtalyan kanunlarına göre ‘devlet’in kabul etmiş oldugu bir dini yerme’ hükmü ile itham edildi. Bu iddiaya göre ‘Aklın Gücü’ kitabı İslam dinini aşağılıyordu. Bunu gözönünde bulundurursak, kendi ülkesinde ‘düşünce suçu’ sebebi ile ‘aranan’, Avrupa’nın en tanınmış gazetecisinin Manhattan’da sürgünde yaşadığını söylemek çok da yanlış olmaz.

Davacı, İskoç kökenli kökten islamcı olan Adel Smith isminde biri. Müslümanları Fallaci’yi ‘yok etmeye’ ve ‘onunla beraber ölmeye’ davet eden bir kitapçık yazdığından şüphe ediliyor. Aynı zamanda, Bolonya Katedrali’nde bulunan, Giovanna da Modena’nın ‘Son Hüküm’ isimli freskosunun Hazreti Muhammed’i cehennemde acı çekerken resmettigi için yok edilmesi gerektiğini savunan bir kişi.

Fallaci’nin yazıları, aynı zamanda kendisine pek çok fırsat da yarattı. Bir tanesini özellikle belirtmek istiyorum: Papa Benedictus XVI tarafından görüşmeye çağrılan ilk kişilerden biri idi. Kendisini alenen ateist olarak niteleyen biri için bu görüşme daha da anlamlı. Görüşmelerinden önce Fallaci, Papa için şunları söylüyordu:

Ratzinger’in kitaplarını okuduğumda kendime çok da uzak bulmuyorum. Ben bir ateistim, ve eğer bir ateist ve Papa aynı şeyleri düşünebiliyorsa, bu düşüncelerde bir doğruluk payı olmalı. Bu kadar basit! Bu düşüncelerde dinin ötesinde, insani bir doğruluk payı olmalı.

Bu gece Oriana Fallaci’yi aramızda görmek bizim için ayrıcalıklı bir onur, çünkü kendisi insan içine çıkmaktan pek hoşlanan biri değil. Kendi ağzından, çalışma düzenini şu şekilde anlatıyor:

Sabah sekiz, sekiz buçuk gibi erkenden calışmaya otururum ve akşam altı, yediye kadar aralıksız çalışırım. Bu arada hiç bir şey yemem ve dinlenmem. Normalden daha çok sigara içerim, yani günde elli tane kadar. Geceleri çok kötü uyuyorum. Kimse ile görüşmüyorum. Telefona cevap vermiyorum. Bir yere çıkmıyorum. Pazar günleri, tatiller, noel, yeni yıl bana bir şey ifade etmiyor. Yeterince yazmazsam kendimi mutsuz, tatmin olmamıs ve suçlu hissediyorum. Bu arada, oldukca da yavas yazarım, ama yazı yazmak benim için adeta bir takıntı.

İşte Oriana Fallaci’nin sözlerinden birisi:

Öldüğümde daha az ölmüş olmak. Hiç sahip olmadığım cocukları arkamda bırakmak…İnsanları, bu toplumun yuzyıllar boyunca bize dayattığı dogmaların ötesinde düşünmeye sevketmek. İnsanlarin daha iyi gormelerini, daha iyi düşünmelerini ve biraz daha fazla bilmelerini sağlayacak hikayeler ve fikirler üretmek.

(www.danielpipes.org)

Gübreleri top haline getirip yuvarlayan Afedersiniz b..kböceğide denilen böcekleri seyreden bir adam bu ilginç manzara karşısında dayanamamış .
“ Ey Allah’ım ! Bu b..kböceklerini ne diye yarattın ? “
Bir zaman sonra adam hastalanmış .Gitmediği hekim , içmediği ilaç kalmamış . Çare yok .. Kim ne söylerse yapmaya hazır , perişan , ümitsiz bir halde iken biri demiş ki “ Gerçekten şifa bulmak istiyorsan b..k böceklerini kaynatıp suyunu içeceksin . Sabah akşam düzenli bir şekilde suyundan iç .”
Adam denileni yapmış ve kısa sürede olacak ya , şifa bulup kurtulmuş . Yıllar sonra çıktığı bir deniz yolculuğunda gemi bir fındık kabuğu gibi azgın dalgalar arasında sallanmaya başlamış fakat bizim yolcuda ne ses var ne heyecan …Köşeye büzülmüş , dev gibi kabaran dalgaları , sükunetle seyrediyor . Yolcular perişan , çocuklar ağlaşıyor , herkes kendi dinince dua ediyor . Yanındaki yolcu “ Be adam , demiş ; sen de Allah’a dua edip yalvarsana .” “ Yooo , demiş adam ; ben bir zamanlar b..kları yuvarlayıp götüren acayip böceklere bakıp “ Allahım , bunları niye yarattın ? “ diyerek O’nun işine karışmıştım . O da bana şifa bulmam için b..k böceklerinin suyunu içirdi . İyileştim . Ben haddimi bilirim . Allah , gemiyi de , fırtınayı da ne yapacağını iyi bilir . Ben asla O’nun işine karışmam .”

Fırtına bir süre sonra dinmiş , gemi ve yolcular selamete ermiş .
Gübre böcekleri milyonlarca yıldan beri evrimleşmeden soylarını türetip , çevreyi temizleyip , yaşamaya devam etmişler . Hiç kimse işlerine karışmadığı gibi bir de onları bilimsel incelemeye almışlar . İnternet sitesi kurmuşlar .

Allah , yarattığı her şeyi programlayarak yaratmış. Kainatta o kadar mükemmel ilahi bir denge vardır ki bunlardan birinin insan eliyle bozulması durumunda hemen bir şeylerin aksadığını fark etmek mümkündür .
Canlılardaki mükemmellik sonradan oluşmamıştır . Yaratmanın her çeşidini bilen , programlayan Allah (cc) o canlıyı daha ilk anda istediği gibi programlamıştır .

İnsanlara da akıl nimetini vermiş , dünyayı hizmetine sunmuştur .
İnsan , ya haddini bilir , itaat eder ve ebedi mutluluğa kavuşur ya da isyan ederek , Allah’a kafa tutarak ziyana uğrar .

(eğer b..kböcekleri olmasaydı yeryüzü metrelerce kalınlıkta gübreyle kaplı olurdu hiç kimse yaşayamazdı demişti bir profösör.Bunuda evrimi destekleyen bir kanalın yine evrimi anlatan bir belgeselinde dinlemiştim cenabı Allahı kendi dilleriyle itiraf etmişlerdi.)

“Çalınan her kapı hemen açılsaydı, ümidin, sabrın ve isteğin derecesi anlaşılmazdı. Bir kelebek avcısı bile çalıların yırttığı ayaklarla koşmak zorundaysa, hayatın anlamını eliyle koymuş gibi bulmak kimin harcı”

Telefonuma mesaj olarak gelen yukarıdaki cümleyi kim söylemiş, kime söylemiş, ne için söylemiş, hangi makamda söylemiş bilmiyorum ama yaşadığım “an”a uygundu, adeta uykumdan uyandırdı… Açıkçası kimin gönderdiğimi de bilmiyorum, bildiğim hayatın anlamı dair söylenmiş çok bilgece bir söz olduğu… Güzel söz, gerçeğin gerdanlığı gibi asılı durdu şuurumda…

Şükür edebilmek başarısızlıklarından, onlardan ciddi dersler çıkartmayı gerektiriyor…

Sıradanlıktan sıyrılmak, farklı düşünebilmek, bayağı bakışları bırakıp kimsenin görmediğini görebilmek; arayış ve gayretlerini bıkmadan sürdürebilenlerin harcı olmalı… Bulmak gibi derdi olmayanların maddesel anlamda çok şeyleri olsa da hiçbir şeyleri yoktur gerçekte… Oyunlarla oynaşmakla kendileri avutur ve kandırırlar sadece, sadeliğin gücünden ve güzelliğinden habersiz…

Her şeyden haberdar olmak isterken kendilerinden habersizlerin, hayatın hayrını yakalamayı, kelebek kanatlarla yıldızlara çıkmayı bilebilirler mi? Dert dikenlerinden dersler çıkarmayı bilmeyenler, kapı kapı dolaşıp gerçeği aramayı kendine dert edinmeyenler, hangi hayat standardında, nerede yaşıyor olsalar da boşluğun derin dibinde dipdiri uyuyorlardır…

Uyumakla büyümez hayatın hakikati, hakikatin hayatı… Aramak, aramak, bir dahi aramak, bulduğunla yetinmeyerek daha fazlasını istemekle gelir, gerçeğin gerçeği…

Çöllerde yalnızlıkta yanmayı, kutuplarda üşümeyi üşenmemeyi düşünlerin ayağına gelir gerçek ve çat kapı çalar “ben geldim” Her kapıyı çalmak ve sonrasında kendi kapısını açık yüreklilikle açabilenlere şans diye gelir, gerçek…

Serap peşinde değil, sabır adımlarla ümidin arkasından koşanlara kucağını alır, şefkatli hayat…

Kapılar açılmıyorsa daha çalacak çok kapı, sabır merdivenlerinden çıkılacak çok basamak, ümidin renklerinden devşirilecek çok ışık vardır… Varlığın hayat sırrını yakalamak çok kolay olsaydı, bunca arayış sürüp gider miydi böyle?

Bir o kadar da kolaydır onu yakalamak, kelebeği yakalamak için çalılarda yırtılmayı göze almak kadar kolay… Kozadan kelebeğe giden yol izlendiğinde çok daha kolay olacaktır, yıldızlara kanatlanmak…

Kapılar açılmak içindir, açılmayacak olsaydı duvar olurdu; duvar dibinde uyuya duranlar ne hayattan haberdardır, ne de hayatın gerçeğinden. Kapıları ümit ve sabırla aşındıranlara bir gün “gerçek” açılacaktır, burda olmasa da diğerinde…  <<Hüseyin Eren>>
                                                                                          

Dedim ki: ‘Çok yalnızım.’
Dedi ki:
فَإِنِّي قَرِيبٌ ‘Ben ki sana çok yakınım.’ Bakara-186

Dedim ki: ‘Evet biliyorum, sen bana yakınsın ama ben senden uzağım, keşke ben de sana yakın olabilseydim.
Dedi ki:
وَاذْكُر رَّبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخِيفَةً وَ دُونَالْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالآصَالِ
‘Rabbini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret.’ Araf-205

Dedim ki: ‘Bu da senin yardımını ister.’
Dedi ki: أَلَا تُحِبُّونَ أَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ ‘ALLAH’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz?’ Nur-22

Dedim ki: ‘Tabii ki, beni affetmeni çok isterim.’
Dedi ki:
وَاسْتَغْفِرُواْ رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ ‘(Öyleyse) Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin. Gerçekten benim rabbim, esirgeyendir, sevendir.’ Hud-90

Dedim ki: ‘Çok günahkârım, bu kadar günahla ben ne yaparım?’
Dedi ki:
‘ALLAH’ın, kullarının tövbesini kabul edeceğini ve ALLAH’ın tövbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hâlâ bilmezler mi?’ Tevbe-104.

Dedim ki: ‘Defalarca tövbe edip tövbemi bozdum, artık yüzüm kalmadı.’
Dedi ki:
اللَّهِ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ غَافِرِ الذَّنبِ وَقَابِلِالتَّوْبِِ ‘ALLAH aziz ve bilendir, o günahları bağışlayan ve kullarının tövbesini kabul edendir.’ Ğafir-2/3.

Dedim ki: ‘Bunca günahım var, hangisinin tövbesini yapayım?!’
Dedi ki:
إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا ‘ALLAH bütün günahları bağışlayandır.’ Zümer-53.

Dedim ki: ‘Yani, yine gelsem, yine beni bağışlar mısın?’
Dedi ki:
وَ مَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ ‘ALLAH’tan başka günahları bağışlayacak olan yoktur.’ Ali İmran-135.

Dedim ki: ‘Ne kadar güzelsin ALLAH’ım! Bilmiyorum bu sözlerin karşısında niçin böylesine içim içime sığmıyor ve erimeye başlıyorum, seni çok seviyorum.’
Dedin ki:
إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَ يُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ Şüphesiz ki ALLAH tövbe edenleri ve temizlenenleri sever.

 

Birden: ‘İlahım ve Rabbim benim senden başka kimim var’ dedim.
Sen de:
أَلَيْسَ اللَّهُ بِكَافٍ عَبْدَهُALLAH kuluna yetmez mi?’ (Zümer-36) dedin.

 

Dedim ki: Sen ki beni bu kadar çok seviyorsun ve bana karşı bu kadar iyisin ben ne yapabilirim?
Dedin ki:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًا كَثِيرًا (41) وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا (42) هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا
Ey inananlar! ALLAH’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah-akşam tesbih edin. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen Odur. Melekleri de size istiğfar eder. ALLAH, müminlere karşı çok merhametlidir. Ahzap-41/43.

Kendi kendime dedim: ALLAH’ım seni çok seviyorum.
————————————————
TÖVBE
Islam’da hiç günah işlemeyen insanların oluşturduğu bir toplum idealizmi yoktur. Hatta bir hadiste: "Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder ve günah isleyip, hemen arkasından da tevbe eden bir kavim yaratırdı" buyurulur. "Mü’minlerin ekine benzediği, küfür rüzgarlarıyla eğilip, tevbe ile hemen doğrulduğu" anlatılır. Yine Allah Rasülü: "Hayırlı olanlarınız çeşitli fitne ve imtihanlara maruz kalıp, çokça tevbe edenlerinizdir", "Kulunun tevbe etmesinden Allah, korkunç ve ıssız bir çölde her türlü erzakını taşıyan devesini kaybedip, bulma ümidini kestikten sonra karşısında gören yolcunun sevindiğinden daha çok sevinir." "Günahlarından tevbe eden, hiç günah işlememiş gibidir…" buyurur. Kur’an-ı Kerim’de "tevbe" ve türevlerinin 86 defa geçmiş olması Allah’ın tevbe’ye verdiği önemi anlatır. Tevbe, Hz. Adem’le başlar ve Allah’ın razı olduğu kulluğun en belirgin vasfını temsil eder.

(İslam Fıkıh Ansiklopedisi)

————————————————————–
TÖVBE DUASI;

“Estağfirullah, Estağfirullah, Estağfirullah el kerim ellezi la ilahe illahu el hayyul kayyum ve etubu ileyh.

Tevbete abdin zalimin li nefsihi la yemliku li nefsihi mevten vela hayaten vela nüşüra ve es eluhut tevbete vel mağfirete lena innehu hüvet tevvabur Rahim.”

Ya rabbi!, Ya Rabbi!, Ya Rabbi!, bu çağa gelinceye kadar benim elimden, dilimden ve diğer uzuvlarımdan her ne gibi kelimei küfür, şirk, hata, isyan, iftira gibi; hasılı büyük ve küçük günahlar çıkmışise ben onların hepsinden canı gönülden tövbe ettim. Bir daha işlememeye kesin karar verdim. Yaptıklarımı bağışla bir daha günaha dönmemek için bana güç ve irade ihsan eyle. Senin sonsuz rahmetin bu aciz kulunun günahlarından büyüktür.

Beni nefsime bırakma, Beni cehennem ateşinde yakma, isyanıma bakma Ya Rabbi!

Allahım! sen benim Rabbimsin. Senden başka ibadet ve kulluk edilecek hiçbir ilah yoktur.

Beni sen yarattın. Ben senin aciz kulunum. Gücüm yettiğince sana verdiğim söz üzereyim.

İşlediğim günahların şerrinden sana sığınıyorum. Günahlarımı itiraf ediyorum. Beni Affet. Senden başka hiç kimse günahları affedemez. Allahım! sırtımı sana dayadım. Gidecek başka yerim yok. Azabından korkarak, rahmetini umarak bağışlanmayı diliyorum.

Senden başka ne sığınacak yer ve nede kurtuluş yeri vardır. Allahım! kalbimi nifaktan, amelimi ve ibadetlerimi gösteriş ve riyadan, dilimi yalandan, gözümü hiyanetten temizle.

Allahım! amel defterimi Sağ yanımdan verdir.

Kabir fitnesi ve azabından, cehenneme götürecek kötü amelden, şeytanın şerrinden sana sığınırım.

Ya Rabbi! nurumu tamamla, sırat köprüsünde ışıksız ve karanlıkta bırakma. Beni Bağışla. Sen herşeye kadirsin. Bana rahmet et. Çünkü sen merhametlilerin en merhametlisisin Allahım.

Ya Rabbi! Benim, eşimin, çocuklarımın kalbine İslam ve Kur’an hidayeti ver. Onların Bildikleri ve bilmedikleri, yaptıkları ve yapmadıkları, yaptıkları ve bundan sonra yapacakları günahlarını bağışla. Affet onları. Allahım! onları cehennem azabından koru.

Hepimizi naim cennetlerine koy. Sağlık ve mutluluklarını arttır.

Acılarını gösterme Ya Rabbi!

Hazreti Adem ile Son Peygamber Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.v.) arasında gelmiş geçmiş bütün peygamberlere inandım. Hepsi haktır gerçektir. Senden gelip haber verdikleri vahiylerin hepsi doğrudur. Dilim ile İkrar, Kalbim ile Tasdik ederim.

“Amentü billahi ve bima ca e min indillah. Ala Muradillahi mücmelen ve mufassala.

Amentü bi Rasulullah ve bima ca e min indi Rasulullah ala Muradi Rasulullah (s.a.v.)”

“Amentü Billahi ve Melaiketihi ve Kütibihi ve Rusuluhi vel yevmil Ahiri ve bil Kaderi, Hayrihi ve Şerrihi Minallahi vete ala vel bağ su Badel Mevt. Hakkun Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Abduhu ve Rasuluhu.”

3 defa Şehadet Getir.

“Allahümme inni uridu en üceddide imanı tecdiden bi kavli la ilahe illallah Muhammedun Rasulullah.” AMİN

———————————————

Vefa, dost ikliminde yetişir ve bizim yamaçlarımızın gülüdür
 
9-8-7-6-5-4-3-2-1-0
* Eger ‘9′ canlı olsaydın bile

* En çok ‘8′ kez kaçabilirdin ölümden

* Bil ki ‘7′ düvele sultan olsan dahi

* Yerin ‘6′ mekan olacak sana

* En fazla ‘5′ metre kumaş götürebileceksin

* Kapatacaksın ‘4′ açsanda gözünü

* Bu dünya ‘3′ günlük dünya

* Azrailin yanında ‘2′ kat olup yalvarsan da nafile

* Elbet ‘1′ gün öleceksin

* İşte o zaman herşey ‘0′ dan başlayacak

Çünkü ÖLÜM bir yok oluş degil..!!!!!!– YENiDEN DOGUSTUR…!!!!!

Sonraki Sayfa »